26 Kasım 2014 Çarşamba

Seni beklerken

Seni beklerken                

"Şair ruhludur" dedi bana, oysa ki şiir ruhlusuydu istediğim, zira söze yoktur güvenim. Hakikat olduktan sonra yüreğinde, ne yapayım sayfalarca yazılmış yalancı aşk mektuplarını.
Ve artık hayat bana doğru yol alırken, fazla uzak değildir beklediğim.
26.11.2014

Yasemin Göker                    

11 Ekim 2014 Cumartesi

Enstantaneler

Enstantaneler

Uzun zaman oldu yazmayal
ı, içine nice hikayeler sığdırabildiğim.
Tuhaf ki hiçbir tanesi beni kelimeyle hakikatleştirecek kadar üzmedi.
Mutluyken yazamıyorum, bilmelisin. İnsank
ızı da degişebiliyormus demek ki. 
Ve anladım ki grisi yok bu dünyanın. Ya olayların içinde, ya da dışındasındır...
Ortasında olacak kadar önem ta
şımıyorsun bu "sektör" dediğimiz bok çukurunda her gün beynimize tecavüz eden yakışıklı popçular, üç eşini öldürmüş bir katili, kadınlar matinesine benzeyen sabah programına, çıkaran boyalı gergin kadınlar varken...

İstanbul sokaklarında yürüyorum.

Son zamanlardaki izlenimim bu alemi kuru bir tebessümle karşılamama sebep oldu.
Herkesin elinde akıllı telefon varken, akıllı insanın bulunmaması günümüzün en büyük paradoksu olsa gerek. Haberler bangır bangır. Fazla değil, iki üç dakikaya kadar yine klavye kahramanları da iş başında olur.
Artık bunlar beni hiç ilgilendirmiyor. Değeri barkodlarla, satış rakamlarıyla, reytinlerle, beğenilerle, cartlarla curtlarla ölçülen hiçbirşey beni ilgilendirmiyor. 


İstiklal Caddesi'ndeyim.
Bin bir türlü ışık, bin bir türlü ruh, bin bir türlü nefes, bin bir türlü ses...
Bunlara rağmen kendimle konuşabilmenin rahatlığını yaşıyorum burada. Kimse görmüyor, kimse duymuyor. Görse de, duysa da "Deli" deyip, geçer yanımdan. Sonra unutur. Bu cadde unutulmak isteyenler için ideal.


Islak yollar beni kız kulesine götürüyor. Onu o kadar sevmeme rağmen yanına hiç gitmedim, gidemedim. Onu uzaktan izlemeyi seviyorum ben. Mesafenin bana verdiği hafifliğiyle bir gün martılar gibi denizi aşıp tepesine konacağımın hayalini kuruyorum. Böyle dediğime bakma. Mesafe sevmeye, sevilmeye yeteneksiz olanların en güzel zırhıdır.

Denizin kenarında gezmeyi seviyorum. Balıkçılara hayranım. Bir balık tutabilmek için saatlerce bekleyebiliyorlar. Düşünsene? Yağmurda, soğukta. Çoğu üniversiteli, diplomalı gençlerimizden daha amaçlılar. Tüketerek, harcayarak değil, bekleyerek, sabrederek birşeye ulaşabilmenin demode olmuş düşüncesindeler hala. Demode diyorum, doğru. Zira bu devirde birşeyi beklemek, bak daha açık konuşuyorum, birşeyi muhafaza etmek, halk dilinde "demode" olmuştur.
Bir kovanın içinde hala yüzen üç tane balık var. Onlara ac
ıyarak, adamın yanına gidiyorum. Biraz utansam da bunu yapmam gerekiyor sanırım: "Bunları yiyecek misiniz?" Adam şaşkın şaşkın bakıyor bana. Biraz daha üstüne giderek, daha sert bir tavırla soruyorum: "Bunları yiyebilecek misiniz?". Sesim yükseliyor. Korktuğum zaman sesim hep yükselir. Adamın şaşkınlığı bir kahkahaya döndü. "Yok" diyor "onları tekrar denize atacağım". Rahatladım. Yalan olduğunu bilmeme rağmen rahatladım.
Gariptir, ama insanlar kandırılmak ister. Dünyamızda var olan tüm kötülüklerden kurtulma şansı olmadığından, kandırma sanatı ezelden beri en kolay kaçış yoludur. İnsan kandırır, kand
ırılır. Ve sanırım aralarında en tehlikeli olan insanın kendisini kandırmasıdır. O ayır bir sanattır. Zira kendine bile bile yalan söylemenin ağırlını kaldıramaz insan.

Yavaş yavaş akşam çöküyor. Galata'ya doğru yürüyorum. Daracık sokaklardan, rengarenk tezgahlardan geçiyorum. Burada turist çok. "Abla, ablaaa, 10 TL, 10 TL, 5 Euro bak come, come!" diye bağıran satıcılara bakmamaya çalışıyorum. Benimle Türkçe konuştukları zaman turist olduğumu, İngilizce konuştukları zaman buranın yerlisi olduğumu söylüyorum. İstenmeyen bir muhabbetten kaçmanın en kibar yolu budur.
 

Kuleye çıktım. 
Karşımda ruhunu görebildiğim bir şehir var.
Ruh ne kadar güzel birşey değil mi?
Yaşamın sonunda geriye kalan tek şey...
Ama bunu gel de anlatmaya çalış, çağın hastalığına yakalanmış ruh körü insank
ızı ve insanoğluna...  

Yasemin Göker

31 Temmuz 2014 Perşembe

Uykusuz

Uykusuz

Acınası haller almıştı insanoğlu bu günlerde. Sözleri rastgele bir harf sıralamasından öte birşey değildi artık. "Bir tanem" dediğini birden "İki tane" oldurabilmenin sanatını savurgan ve ezbere yaşayan bir çağa borçluydu kendisi. Varoluşunun farkına tüketerek varan insanoğlu bir dua için vakit bulamayacak kadar meşguldu dünyevi şeylere. Mutlu olmak için düşünmekten sakınanlar tanıyordu İnsankızı. Ve biliyordu ki; O hiçbir zaman bu dünyanın bir parçası olmayacaktı. 

30.07.2014/Sonbahar'a ithafen

Yasemin Göker

10 Nisan 2014 Perşembe

Üşüme!

Üşüme!

Yüreğini kimler yorgan bilipte sığınmış, kimler eskittikten sonra yırtmış, insankızı?!

Üzülme sakın, onlara bu saatten sonra rahat uyku yok. Zira yeni yorganlarını nereye çekerlerse çeksinler, ya ayakları, ya kolları, ya da kalpleri açıkta kalacaktır!

Yasemin Göker


10.04.2014/İSTANBUL

2 Ocak 2014 Perşembe

Benim hâlâ umudum var...

Benim hâlâ umudum var...

'Güzel bir güne açtım gözlerimi.
Bir kuş tüyün hafifliği misali yüreğimin gökkuşağın renklerine doğru uçtuğunu hissediyorum.
Yaklaştım. Eminim. O gükkuşağına kavuşacağım. Eminim.
Altından geçeceğim. Bir dilek tutacağım ve herşey çok güzel olacak.

Birden rüzgâra kapıldım. Yolda ağızı çikolata kremasına bulaşmış, elinde kırmızı bir balon tutan çocuğa rastlıyorum. Bana gülümseyerek balonununu uzatıyor. Gözlerindeki huzuru okuyabiliyorum. Hiç tereddüt etmeden tutuyorum balonu ipinden. Ve uçuyorum...Uçuyorum...Rüzgârlarla dans ederek uçuyorum'

Yasemin Göker

01.01.2014/Sonbahar'ıma ithafen